Kurtulmuş’tan Anayasa açıklaması: Hiçbir parti kapıyı kapatmadı
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Kazakistan ve Özbekistan programları dönüşü uçakta gazetecilerin sorularını yanıtladı.
“Dünyanın birçok bölgesinde küresel sistemi etkileyebilecek yeni denklemler, yeni dengeler kurulacak, işaretlerini bugünden görüyoruz” diyen Kurtulmuş, Türk dünyası da Asya’nın içlerinden Avrupa’ya kadar uzanan “turkuaz yay” dediğimiz o geniş tarihsel potansiyel çerçevesinde bir gelişme imkânı ve gücünü temsil ediyor. Bu gücün siyasi, kültürel ve ekonomik bir güç haline gelebilmesi için gerekli siyasi iradenin var olduğunu, dolayısıyla bu fırsatlardan önemli sonuçlar elde edebilmenin de mümkün olduğunu görüşmelerimizde paylaştık. Ben bu görüşmelerden fevkalade ümitvar ayrıldığımı ifade etmek isterim” dedi.
Kurtulmuş’un röportajı şöyle:
SORU – Teknolojinin ilerlemesi, sosyal medya, TV dizileri ve benzeri araçlar sayesinde halklar arasındaki bağlar gittikçe güçleniyor. Bu gelişmelerin o ülkelerin siyasetine yansımaları hakkında düşünceleriniz nedir? Yaptığınız temaslarda Kazakistan ve Özbekistan’da Türkiye Türkçesi’nin yaygınlaştığına şahit olduğunuz durumlarla karşılaştınız mı?
Görüştüğümüz tüm siyasi liderlerde aynı muhabbeti, aynı kardeşlik duygularını gördük. Sanki ailenin bir ferdi gibi bizleri kabul ettiler. Tabii bu konuyu bir siyasi çerçeve içerisinde de ele almak gerekir.
Gaspıralı’nın meşhur “dilde, fikirde, işte birlik” tezini hayata geçirmemiz lazım. Aynı dili konuşuyoruz ama maalesef farklılıklar dolayısıyla birbirimizi anlayamıyoruz. Bizim dizilerimizin seyrediliyor olması Anadolu lehçesinin öğrenilmesi açısından çok önemli tabii ki. Ama asıl çok önemli olan anlaşabilmek. Bu nedenle bence öncelikle alfabe farklılığını ortadan kaldırmamız gerekir.
Bir başka önemli nokta da ortak tarih yazımlarının bir ön önce hayata geçirilmesidir. Daha somut, pratik ortak projeler yürütmeliyiz. Bunlardan biri Asya’nın transfer yollarıdır. Demir yolları, kara yolları, boru hatları ve enerji hatlarıyla ilgili ortak projelerin geliştirilmesi lazım. Bu projelerin bazıları politik açıdan rahatsızlık yaratacak gibi görülebilir. Ama aksine Türk dünyasının birliği ve gelişmesi bölge barışı ve dünya barışı için bu bir tehdit değil, bir imkandır. Bu projeler etrafında görüşlerimizi daha çok ortaklaştırmamız hem bölgemiz hem de dünya için önemli bir fırsattır.
Özbekistan Cumhurbaşkanı Sayın Mirziyoyev’in İslam’ın üçüncü rönesansı, üçüncü aydınlanması olarak dile getirdiği ve artık bir tez haline dönüşen; Maveraünnehir medeniyetinin birikimini güncelleme teşebbüslerini de çok önemli ve değerli buluyoruz. Kendisiyle yaptığımız görüşmelerde bunu karşılıklı olarak teyit ettik.
Batı medeniyetinin en büyük zaafı tek kanatlı olmasıdır, yani maddi bir medeniyet olmasıdır. Büyük bir bilimsel zenginliğe ve ekonomik güce rağmen Batı medeniyeti adaleti ve barışı tesis edememiştir. Hâlbuki Maveraünnehir medeniyeti dediğimiz Endülüs, Selçuklu ve Osmanlı medeniyeti iki kanatlı bir kuş gibidir. Bir kanadında İmam Buhari’nin, İmam Tirmizi’nin, Bahaddin Nakşibendi Hazretlerinin, İmam Maturidi’nin ortaya koymuş olduğu muazzam bir ilmi gelenek var. Bu, kuşun bir kanadını oluşturuyor. Diğer kanadını Harezmi, Ali Kuşçu, Uluğbey, İbn-i Sina ve Farabi benzeri isimlerin oluşturduğu mantıktan felsefeye, astronomiden mühendisliğe kadar her alanda eserlerini ortaya koymuş bir bilim geleneği var. Tıpkı bunun gibi insanın ve toplumun her iki ucunu, kanadını da dengede tutacak yani maddi kanadını ve manevi kanadını dengede tutacak bir yeni medeniyet anlayışına ihtiyaç var.
Sayın Mirziyoyev’in bu bağlamda yer alan görüşleriyle üçüncü Rönesans diye isimlendirdiği bir çabaya girişmesi fevkalade önemlidir. Bu çabanın önemli örneklerinden birisi de İmam Buhari Külliyesi’dir. Büyük bir bilim merkezi inşa ediyorlar bu külliyede… Sovyetler zamanında yerle bir edilmiş, bir çöplüğe dönüştürülmüş bir mekândı orası… Yeri belirlendikten sonra İmam Buhari’nin mirası büyük bir hızla orada diriltiliyor.
Aynı şekilde Kazakistan’daki uzay çalışmalarının, yüksek teknoloji geliştiren çalışmaların hem Türk dünyası hem de bizim ikili ilişkilerimiz için önemli ve değerli olduğunu söylemek lazım.
SORU- Efendim şimdi o az önce söylediniz artık çok uluslu organizasyonlar, yapılar tam olarak dünya barışına katkı sağlayamıyor. Bu kapsamda Türk dünyasının bölgesel etkilerini nasıl görüyorsunuz? Örneğin Kazakistan uzay çalışmalarıyla Türkiye’nin uzay çalışmaları arasında bir işbirliği söz konusu oldu mu? Bahsettiğiniz tersane hakkında biraz daha bilgi verir misiniz?
Devam eden projelerle ilgili bir detay söyleyemem ama bahsettiğiniz alanların hepsinde işbirliği yapmamız tabii ki sözkonusudur. Bu işbirliklerinin somut sonuçlarını da kısa vadede göreceğiz inşallah. Önemli olan sadece potansiyeller ya da imkânlar değil, bu doğrultuda bir niyetin olmasıdır. Ben yaptığım tüm ziyaretlerde bu niyeti çok açık gördüm ve bundan çok memnun oldum.
SORU- Peki, bazı Avrupa ülkeleri Gazze’yi tanıma kararı aldı. Bu kapsamda Türkiye Büyük Millet Meclisi başka ülkelerin de Gazze’yi tanımaları için temaslarda bulunmayı düşünüyor mu?
Meclis Başkanlığına seçildiğim günden itibaren neredeyse yüzden fazla Meclis Başkanıyla, Devlet Başkanıyla, Başbakanlarla görüşme imkânım oldu. Görüşmelerimizin tamamında Gazze meselesini gündeme getirdik. 7 Ekim 2023’ün ertesi gününden itibaren yapılan insanlık dışı saldırıların, katliamların durdurulmasıyla ilgili Türkiye’nin tezlerini uluslararası alana taşıdık. Ayrıca, G-20 Ülkeleri Parlamento Başkanları Toplantısı, Avrupa Parlamentoları Başkanları Toplantısı, İslam İşbirliği Parlamento Başkanları Toplantısı, Asya Parlamenter Asamblesi, MIKTA Toplantısı gibi birçok ülkenin iştirak ettiği zeminlerde de bu konuyu gündeme taşıdık. Bu gayretlerimizin çok taraflı ve ikili müzakerelerin üzerinde ciddi bir etkisi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
7 Ekim’den sonra yaptığımız uluslararası görüşmelerde özellikle Batı ülkelerinin yöneticilerinin bir kısmının İsrail’den çok fazla Netanyahu yanlısı olduğunu görmek bizi hayretler içerisinde bırakıyordu. Şimdi dünyada nereyse hiçbir devletin Netanyahu’yu destekleyecek bir pozisyonunun kalmadığını çeşitli platformlarda görüyoruz.
Amerika başta olmak üzere bazı devletlerin İsrail’e destekleri, bu katliamların sürdürülmesine imkân tanıyor. Bu savunulabilir bir şey değildir. Çünkü Netanyahu çetesinin vahşeti karşısında artık bir insanlık cephesi kurulmuştur. Vicdan sahibi insanlar, halklar, “Biz bunun bir parçası olmak istemiyoruz” diyorlar. Kimileri sokağa çıkıp gösteri yapıyor kimileri uluslararası platformlarda ya da kendi ülkelerinin platformlarında görüşlerini haykırıyor, kimileri de üniversitelerde, konferanslarda ellerinde pankartlar ve yazılarla protestolarını gerçekleştiriyor. Uluslararası festivallerde her ülkeden sanatçılar protestolarını dillendiriyor. 10 sene evvel, İsrail Uluslararası Adalet Divanında yargılanacak denilseydi herkes bu nasıl olacak derdi. Çünkü İsrail’in eylemleri, üzerine toz kondurulmayan bir tabuydu.
Bugün, Siyonist devlet, uluslararası vicdan karşısında yerle yeksan haldedir ve itibarları iki paralık olmuştur. Netanyahu ve çetesi yaptıklarının hesabını Uluslararası Adalet Divanı’nda da verecek. Uluslararası Ceza Mahkemesi savcısı da zaten kararını açıkladı.
İnsanlık cephesinin kurulması hükümetlere rağmen halklarla başlamıştır. Vicdanın gücü, halkın sesi her şeyden daha güçlü ve her şeyden daha kıymetlidir.
Uluslararası Adalet Divanındaki mahkemeye Türkiye de müdahil oluyor. İrlanda, İspanya, Norveç Filistin devletini tanıdılar. Bu ülkelerin sayısı hızla artacak ve birçok ülke Filistin devletini tanıyacak. Çünkü demokrasiyle yönetilen ülkelerde halkın gücünün üstünde hiçbir şey olamaz.
Daha önce de söylemiştim, İsrail devletinin Netanyahu ve çetesi yüzünden hiçbir saygınlığı kalmamıştır. Birleşmiş Milletler kararlarının belirttiği gibi başkenti Kudüs olan özgür ve eşit yurttaşlığa dayalı bir Filistin devleti mutlaka kurulacaktır, duyduklarımız onun ayak sesleridir.
SORU- Bugün Kolombiya, Ramallah’ta büyükelçilik açılması kararı almış.
Bu tür eylemlerin devamı da gelecek. İsrail şimdiye kadar dokunulamaz olmanın verdiği rahatlıkla uluslararası sistemin bütün kurallarını yok sayıyordu. Şimdi tek tek bu kurallar yerli yerine oturacak. Hesap sorulduğu için yerli yerine oturacak. En başta da yerleşimci görünümü altında oraya sokulan gaspçıların, işgalcilerin el koydukları yerlerden sökülüp atılması gerekmektedir.
Bu söylediklerim gerçekleştirilmesi zor olan süreçler. Tabii ki hemen bugünden yarına olacak değil. Ama hem Filistin için hem de İsrail için yeni bir dönem başladı. Uzun yıllar sürecek bir mücadeleye tüm insanlığın hazır olması gerekir.
Ben “insanlık cephesi” tabirini çok önemli buluyorum. Dili, dini, rengi, siyaseti, ırkı ne olursa olsun vicdan ve insaf sahibi olan insanlar bir araya gelmeye başladılar.
SORU- Anayasa ilgili bir şeyler sormak istiyorum. Kenan Evren’in 1982 anayasası hakkında ileri geri konuşulmaya başlandığında şöyle bir cümle sarf ettiği bilinir; “Kardeşim, bu Allah’ın emri değil, istiyorsanız değiştirebilirsiniz, niye değiştirmiyorsunuz?” 42 yıldır, ki neredeyse yarım asır oldu, anayasa değiştirilemedi. Siz bazı temaslarda bulundunuz, partileri ziyaret ettiniz, liderlerle görüştünüz. Türkiye daha demokratik, şeffaf, özgürlükçü bir anayasayı yapma idaresine sahip mi?
Neredeyse tüm partilerin seçim beyannamelerinde ya da siyasi söylemlerinde bir anayasa talebi hep var olmuştur. Ben 1982 Anayasasının kalıntılarından kurtulmak, yani darbeci zihniyeti üzerimizden atmak için bunun büyük bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Cumhuriyetimizin ikinci asrında önümüze bir hedef koyuyoruz. Ülkemizin daha güçlü ve sözü daha tesirli bir ülke olabilmesi için bir dönem başladığını düşünüyorum. Bu bağlamda hükümetin üzerine birtakım sorumluluklar düştüğü gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin üzerine de önemli sorumluluklar düşüyor. Bu sorumlulukları yerine getirebilmek için birtakım hedeflerin de konulması zorunludur diye düşünüyorum.
Tabii ki ilk olarak da darbenin kodlarının dışına çıkarak sivil, özgürlükçü, kapsayıcı ve daha demokratik bir anayasayı yapmak en başta gelen sorumluluk ve zorunluluğumuzdur.
İki nedenle bu Meclisin anayasa yapması çok kıymetli. Birincisi, Cumhuriyetimizin ikinci asrının başına denk gelmesi. İkincisi de yüzde 95’lik bir oranla en yüksek temsil kabiliyetine sahip olmasıdır.
SORU- Vatandaşın iradesinin sandığa yansıması açısından mı söylüyorsunuz?
Tabii ki. Halkın iradesinin yüzde 95’i bu Mecliste temsil ediliyor. Altı partinin grubu var, ayrıca 14 siyasi partimiz de Meclis’te temsil ediliyor. Şu ana kadar şeffaf ve açık bir süreci yönettik. Süreçten gayret memnunum, bu şekilde müzakereleri sürdürerek, iyi niyetle yol alarak sonuca ulaşılabileceğimizi düşünüyorum. Daha ilk temaslarımız…
Herhangi bir içerik tartışmasına girmeden herkesi ziyaret ettik. Israrla üzerinde durduğum, belirttiğim şey usulün esasa mukaddem olduğudur. Önce yöntemimizi belirleyip sonra tartışmalarımızı gerçekleştirmemiz gerekir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde grubu olan siyasi partiler bunu belirleyecektir. Partilerimizin bir araya gelme imkânları var. Çünkü ilk ziyaretlerimizde hiçbir parti bu konuya ilişkin kapıyı kapatmamıştır. Bazı çekincelerini en baştan söylediler. Bu çekinceler anlaşılabilir, anlamlı ve demokratik tepkilerdir. Ama sonuçta hiçbir partimiz, sürece ilişkin kapıyı kapatmamıştır. Bu sevindirici bir şey…
“Bu Meclis her fikri kabul eder ama bu Meclis anayasayı değiştirme hakkına sahip değildir” görüşünü asla kabul etmeyiz. Çünkü bu antidemokratik bir tavırdır.
Anayasa bir toplumsal sözleşmedir. Dolayısıyla anayasanın bir toplumsal bütünleşme fikri içerisinden doğması lazım. Anayasa tartışmalarının toplumsal kamplaşmaya, kutuplaşmaya sebep olmasına müsaade etmemek gerekir. Bu nedenle en yüksek konsensüsü, ittifakı gerçekleştirmek, bu hedefe yönelik çabalamak gerekir. İnşallah Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 28. dönemi kendi üzerine düşen sorumluluğu yerine getirir.
SORU- Efendim, ilk tur görüşmeleri yaptınız. Bundan sonraki takvim nasıl olacak? Şimdi usul dediniz konuştuk, ama içeriğe ne zaman geçilir?
Tabii ki benim de bu konuda bazı fikirlerim var, partilerimizin fikirleri var, iktidar partisinin de fikirleri var. Şimdiye kadar yaptığımız temaslarda kesinlikle esasa ilişkin, anayasanın içeriğine ilişkin bir görüşme içerisinde olmadım, buna görüştüğümüz tüm partiler şahittir. Bence önemli olan şey, doğru yöntem ve doğru zemindir. Doğru zemin tabii ki TBMM’dir, ama bu şu anlama da gelmiyor, Anayasa sadece Meclis’te konuşulacak… Tam tersi, TBMM başkanı olarak Ekim ayından sonra üniversitelerin, sivil toplum kuruluşlarının, hukuk camiasının, STK’nın ve bu konuda benim fikrim var diyen bütün platformların görüşlerini de dinleyeceğim.
Bazıları bu konuda algı operasyonları yapmaya kalkıyorlar, onların gizli ajandasının aksine, anayasaya katkıda bulunmak istiyorum diyen tek bir yurttaşımız dahi olsa, onu dinleyeceğiz ve görüşlerinden istifade etmeye çalışacağız.
Ben buna karşıyım, engelleyeceğim diyene de yapacak bir şey yok, onlar da kendi köşelerinden bağırmaya devam etsinler. Aslolan milletin iradesidir, herkes milletin iradesine saygı duyacak.
SORU- Ana muhalefet partisi ve Sayın Cumhurbaşkanının siyasetteki bir yumuşama evresinden bahsettiği bir sürecin emarelerini görüyoruz. Toplumumuz bu gelişmeyi benimsedi ve destekledi. Bu toplumsal uzlaşmanın, yeni bir anayasa yapma süreçlerine katkı sunacağını düşünür müsünüz?
Bu çift taraflı bir süreç olacak, hem yeni anayasa yapma çabaları siyasetin yumuşamasına katkıda bulunacak, hem de siyasetin yumuşaması Türkiye’de anayasa başta olmak üzere birçok önemli problemin çözülmesine imkân sağlayacaktır.
Türkiye olarak önümüzde iki yol var; ya kendi aramızda sorunlarımızı demokratik olgunluk içerisinde konuşup tartışacağız ve milletin iradesi, istikameti yönünde çözmeye çalışacağız ya da bölgemize ilişkin kötü hedefleri olan güçler bizi de etrafımızdaki ülkeler gibi biçimlendirmeye kalkacak. Zaten terör örgütleri başta olmak üzere her türlü aparatı kullanarak bu yönde baskılar oluşturmaya da çalışıyorlar.
Tüm siyasi partilerin, tüm farklılıklarıyla birlikte, kendi göbeğimizi kendimiz keseriz diyerek hareket etmesi gerekiyor. Farklı görüşleri bir konsensusla anlamlandırarak, uluslararası arenada nasıl daha güçlü ve etkili bir konuma geliriz diye gayret etmemiz gerekir. Fikirlerimiz birbirine zıt olabilir, uzak olabilir ama mühim olan, bu farklılıkları yakınlaştıracak mekanizmaları kurabilmektir ki demokraside aslolan da karşılıklı rızaya dayalı müzakereler yürütebilmektir. Çatışma ve kutuplaşma biraz da işin kolayına kaçmaktır.
Meclis Başkanı seçildiğim ilk gün yaptığım konuşmada şunu söylemiştim: Siyaset; birbirine yumruk sallayarak değil, el uzatarak çözüm üretebilecek bir mekanizma olmalıdır.
Sayın Cumhurbaşkanımızın ana muhalefet partisi liderini kabul etmiş olması, peşinden “ben de iade-i ziyarette bulunacağım” diye eklemesi, Sayın Özgür Özel’in de ilk başta randevu talebinde bulunması çok önemli gelişmelerdir.
SORU- Efendim ne zaman kamuda tasarruf meselesi açılsa, tartışmaların ve eleştirilerin odağını maalesef TBMM oluşturuyor. Meclis Başkanı olarak kamunun tasarruf uygulamalarına ne tür önlemlerle katkıda bulunacaksınız?
Göreve başladığımız andan itibaren ilk yaptığımız işlerden birisi tasarruf tedbirlerini hayata geçirmektir. TBMM’nin tasarruf tedbirlerini güçlü bir şekilde uygulaması, tüm kamu kuruluşlarına da örnek olacaktır. Görev süremiz bir seneye yaklaşıyor, bu süre içerisinde önemli tasarruf tedbirlerini hayata geçirdik. Şu anda detaylı olarak söylemeyeyim, çünkü önümüzdeki günlerde kamuoyuyla paylaşacağız. Ama oransal bir şey söylemem gerekirse, görevde olduğumuz 10 aylık süre içerisinde harcama bütçesinin 3’te 1’i kadar tasarruf ettik ve bu tasarrufları daha da artırarak devam edeceğiz.
Bir yanlış algıyı da özellikle düzeltmem gerekir, Türkiye’de siyaseti bulandırmak isteyenler ilk olarak Meclis’in ve milletvekillerinin itibarına kılçık atıyorlar. Buna da hassaten dikkat etmek lazım. Meclis’in itibarıyla bu şekilde oynanması doğru değil ve demokrasimiz için de zedeleyici bir tavırdır.
SORU- Görüşmelerinizde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması da gündeme geldi mi?
Uluslararası platformlarda gündeme getirdiğimiz konulardan birisi de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınmasının artırılmasıdır. Sayın Cumhurbaşkanımızın girişimleri ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne Türk Devletleri Teşkilatı’nda gözlemci statüsü verildi. Hem Kazakistan’da hem de Özbekistan’da muhataplarımıza özellikle Nahçıvan anlaşmasının ratifikasyonu (tasdiki) sağlanarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin üye olarak Türk Devletler Teşkilatı’na kabul edilmesini ısrarla ifade ettik. Hepsinden de olumlu bir yaklaşım gördük. Gözlemci üye statüsü bir adımdır, ümit ederiz ki KKTC önündeki engeller böyle yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlar.
(HABER MERKEZİ)